Bildiğimiz dünya yapı ve kurumlarıyla derinleşen ve çok boyutlu bir kriz sürecinin içinden geçiyor. İnsanın doğaya yaptığı tahribat bir sınıra dayandı. Yerküreyi bütün olarak tehdit eden doğal felaketler çağının eşiğindeyiz. Yoksulluk dünyanın her yerinde derinleşirken bölgeler arasında ve toplumsal sınıflar arasındaki uçurum en temel insani ihtiyaçlara ulaşımı dünya nüfusunun çok geniş kesimleri için imkansız kılıyor. Savaşlar devletlerarası niteliğini yitirerek bütüncülleşti, iç savaş halindeki dünyada zorunlu göçler nedeniyle vatansız kalan milyonlarca insan, hakları olmayan çıplak hayatlar yaşamaya terk edilmiş durumda. İki dünya savaşının ardından kurulan Birleşmiş Milletler sistemi bütün kural ve kurumlarıyla sarsılıyor.
Bu çok boyutlu kriz sürecinde Türkiye de dahil olmak üzere dünyanın dört bir yanında iktidara gelen otoriter rejimler bir yandan anayasal kurumların içini boşaltarak güçler ayrılığı ve hukuk devleti ilkeleri ile yurttaşların temel hak ve özgürlüklerini askıya alırken, öte yandan mevcut yapısal eşitsizlikleri körükleyen ve farklılıkları düşmanlaştıran söylemsel stratejileri ile demokratik kanalları kapatıyorlar. Demokratik toplumun gereği olan en temel güvenceler; ifade özgürlüğü, örgütlenme özgürlüğü, toplanma ve gösteri yapma özgürlüğü devletlerin güvenlikleştirme politikaları ekseninde bastırılıyor, kriminalize ediliyor. Yapısal ırkçılığı, cinsiyetçiliği, yabancı düşmanlığını, etnik, dilsel ve dinsel ayrımcılığı söylemsel stratejilerinin merkezine alan rejimler birbirlerinden öğrenerek ve birbirlerini destekleyerek kendilerini bağlayan uluslararası hukuk kuralları dahil olmak üzere iktidarlarını sınırlayabilecek bütün kurum ve kuralları bertaraf etmek istiyorlar. Uluslararası mahkeme kararlarının uygulanmamasının yolları aranıyor, ulusal yargı kurumları atamalarla dizayn ediliyor, medya propaganda aygıtına çevriliyor, yurttaşların demokratik denetimini mümkün kılacak bütün araçlar yok ediliyor. Pandemi dahil hemen her siyasal sorun güvenlikleştirilerek olağanüstü yönetim usullerinin gerekçesi haline getiriliyor. Kriminalize edilen, düşmanlaştırılan geniş kesimler yurttaşlık haklarından fiilen yoksun bırakılırken, iktidarın söylemsel stratejisi çerçevesinde mobilize edilen kalabalıkların şiddeti cezasızlık ile karşılaşıyor. Performatif şiddet her alanda ve mevcut fiili şiddetin genelleşmesi riski iktidarların her adımında artıyor.
İnsan hakları hareketinin bu bütüncül krizden etkilenmemesi beklenemez.
Bu etki de çok boyutlu olarak ortaya çıkıyor. Bir yandan insan haklarının temel varsayımları ve bu varsayımlara dayanan kurumlar, uluslararası sözleşmeler, protokoller sorgulanırken bir yandan insan hakları savunucuları kriminalize ediliyor ve otoriter rejimlerin hedefi haline getiriliyor. Öte yandan bu çok boyutlu kriz bağlamında insan hakları ihlallerinin ağırlaşmasını ve yaygınlaşmasına karşı mücadelede yeni araçlar, krize karşılık gelecek yeni yanıtlar üretmeye çalışıyor.
İnsan Hakları Okulu Kış Okulu’nda bu çok boyutlu krizi ve insan hakları savunucuların bu krize karşı üreteceği yanıtları hep birlikte ele almak üzere iki hafta sonu (13-14 & 20-21 Şubat 2021) üst üste bir araya geleceğiz. Kriz malum, biz ne yapabiliriz sorusu temel sorumuz. Bu bağlamda iki temel tema seçtik. İlk hafta krizin tanımını, kapsamını, sınırlarını ve derinliğini, farklı hak alanlarındaki yansımalarını ve etkilerini, ikinci hafta ise ortodoks insan hakları kavramının ve bu kavramın üstüne inşa olan insan hakları koruma mekanizmalarının bu krize cevap olup olmadığını tartışacağız. Başvuranlar arasından 50 katılımcıyla yürüteceğimiz bu 4 günün hepimiz için bugünü derinlemesine tartışmak ve krizi açmaya/aşmaya yönelik farklı perspektifleri ve araçları tartışarak geleceğe daha gerçekçi ve biraz daha hazır bakmak için bir adım olmasını arzuluyoruz.